Bu savunma 2006 yılında yapıldı...
"Hukuki dilde adı "savunma" olan bu metni çeşitli suçlamalara karşı kendimi savunmak için değil, uzun süredir yaşadığım kuşatılmaya karşı onurumu, kişiliğimi, hayatla kurduğum ilişkiyi ve özgürlük arayışımı nasıl savunduğumu anlatmak için size sunuyorum.
Özgür, ahlaklı, mutlu bir yaşam nasıl mümkün olabilir sorusu, çocukluğumdan beri beni meşgul ediyordu. Bu sorulara yanıt bulmak, toplumu, kendimi anlamak ve özgürlük alanımı genişletmek için sosyoloji okudum...Travestilerin dışlanmasına ilişkin araştırmamı tamamlayıp bunu Yüksek lisans tezi haline getirdim. Her biri, farklı dışlama mekanizmasından etkilenen insanlarla, ortak bir atölye çalışmasında yer aldım: Sokak Sanatçıları Atölyesi.Kim olursa olsun, dara düşen bize uğruyordu. Dışlandığı için saldırganlaşan insanlar, kendilerine ve başkalarına güvenmeyi, burada öğrendi. Burada tineri ve fuhuşu bırakanlar oldu.
Tam kök salmaya başladığımız sıralarda şu meşhur komplonun içine düştüm ve baş artisti oldum. Mısır Çarşısı komplosu, öncelikle bizim çamurdaki gönül bahçemize, bir saldırıydı. Kapısı hep açık olan, Beyoğlu'nun ortasındaki mekânımız bombalarla damgalanınca ve oradaki en etkin kadın, bombacı olarak sergilenince, insanların umutları da tuz buz oldu...Peki ya benim açımdan, neler oldu?
Oyunun kuralıymış, öğrendim. Eğer şifreyi yüksek sesle söylemeye çalışırsan, suçlu ilan edilirsin. Üstelik suçun şifreyi yüksek sesle söylemeye çalışmak olmaz. Tam da senin karşı durduğun, mücadele ettiğin bir tutum sana mal edilir. Örneğin bir rahibeysen, fahişelik yapmakla suçlanırsın.
Hayatını İslami değerlerin canlı tutulmasına adamış bir insansan, boynuna, içki ya da uyuşturucu tüccarı yaftası asılır. Ya da bir anti militarist olarak bombacılıkla suçlanırsın. Ve bu öyle kriminal bir tarzda yapılır ki sen savunmaya itilirsin.
Suçlamalar sürekli tekrarlanır, tekrarlanır...
Bunlar iddia biçiminde de verilse, çamur izini bırakır ve herkes sana baktığında bu suçlamaları hatırlar. Artık sen asla eski kimliğini sürdüremezsin. Savaş örgütü, seni terörize eder ve yeni bir kimlikle milyonların karşısına çıkarır.Araştırmamın yok edilmesi, bana acı verdi. Ama yaraya el sürmeye çalışan bir tutumun bu şekilde cezalandırılması daha sonraki teşhis ve tedavi çabalarına yönelik de bir gözdağı oldu. Bağımsız bir duruş arayışında olan kadınlara ve erkeklere bir işaret çakıldı. Sosyologlara, sosyal bilimcilere, aktivistlere parmak sallandı.
Ben, bir sembol olarak seçildim.Ben kendimi korudum, kuşatmaya, lanetlenmeye karşı varlığımı savundum. Bu komplo beni zayıf düşürmedi ama ülkemiz açısından, tarihin tekerrürüne hizmet etti.
Elimden alınan araştırma, tüm eksikleriyle birlikte, yaşadığımız sorunları, milli güvenlik siyasetinin dışında bir bakışla analiz etmenin yollarını arıyordu. Yanlışlık ya da doğruluk ayrı meseledir. Ama bir olgu eğer gerçekse, önemli olan bu gerçekliği derinlikli tanımlamaktır... Son yirmi yıldır yaşadığımız şiddet ortamını da böyle ele almak zorundayız. Sorunları aşmak, onların anlaşılmasına bağlıdır, anlaşılması için ise araştırmak gerekir. Ben, iyi niyetli küçük bir çabayla bile iyileşeceğimize inanıyorum. Ama bitiremiyoruz.
Ve suyun kirlenmesini, havasız kalışımızı sadece izliyoruz..."
Kaynak: http://www.pinarselek.com
Translate
24 Ocak 2013 Perşembe
11 Aralık 2012 Salı
Nazende
Sonbahara aşık bir ruhum.
Sisli günlerin, ürpertisine vurgun..Kuru dalların rüzgâra yenik yaprakları,
yalnız günlerin sessizliğine kırgın..
Sonbahara aşık bir ruhum.
İnatçı yağmurlara hasret, bir kuru toprak..
Sarımtırak günün nazende güneşi,
doğ gittiğin güne inat...
Şiir: © Emre EKİNCİ
6 Aralık 2012 Perşembe
Halil Cibran / Yalnızlık Üstüne
![]() |
Resim: Halil Cibran |
Ey kardeşim, seni, güzel bir kadının karşısında kendinden geçmiş, çıkarıp yüreğini onun güzelliğinin mihrabına koyarken görmüşümdür.
O kadının sana içtenlikle ve şefkatle baktığını görünce de kendi kendime, “Yaşasın, bu adamın yalnızlığını silen ve yüreğini bir başka yürekle birleştiren Sevgi’ demişimdir.
Buna karşın, sana bir kez daha baktığımda, senin sevgi dolu yüreğinin içinde, sırlarını bir kadına açıklayabilmek için boşuna hıçkıran yapayalnız bir yüreğin daha durduğunu ve sevgiyle dolu ruhunun ardında, sevgilinin gözlerinden yaş olup akabilmek için boşuna çırpınan bir bulut gibi dolanan yalnız bir ruhun daha bulunduğunu gördüm.
Ey kardeşim, yaşamın, diğer insanların konakladıkları yerlerden ayrık, ıssız bir konaklama yeridir. Hiçbir komşunun, için göz atamayacağı bir yuvadır. Karanlığa gömülecek olsa, komşunun kandili onu aydınlatamaz.
Erzağı tükense, komşunun ambarlan onu dolduramaz.
Bir çölde olsa, başkalarının elleriyle bellenip, çiçeklendirilmiş bahçelere sokamazsın onu. Bir dağın doruğu olsa, başkalarının ayak izleriyle çiğnenmiş olan bir vadiye indiremezsin onu.
Ey kardeşim, senin ruhunun yaşantısı, ıssızlıkla çepeçevre sarılmıştır ve eğer bu ıssızlık ve tek başınalık olmasa, ne sen SEN, ne de ben BEN olabilirdik. Eğer bu ıssızlık ve tek başınalık olmasaydı, senin ağzından çıkan sözcüklerin benim ağzımdan çıktıklarına inanır; ya da senin yüzüne baktığımda aynadan kendi yüzümü seyrediyorum sanırdım.
22 Ekim 2012 Pazartesi
O ve Ben / Necip Fazıl Kısakürek
![]() |
Fotoğraf: Emre Ekinci |
16 Ağustos 2012 Perşembe
Bırakıp Gittiğin Kadarız...
![]() |
Fotoğraf: Emre Ekinci |
En çok kadinlarimiza yakisan aglamakla En çok erkeklerimize dokunan çaresizlikle Yaklasiyoruz hayatin ikindisine Biraz daha yaklasiyoruz Bir el uzatiminda aksamin alacasindayiz Bu Senin gidisinin hemen ertesinde Dudaklarimizin kurudugu Sularin çekildigi Kizil Denizin Diclenin Önümüzde Musa elimizde asa ile Yarip geçtigimiz Nilin Ve eteklerimizi savura savura Tükettigimiz birlikteligimizin ardindan Kayip giden yildizlarin sarkisi gibiyiz Bir dönüsle dönüyoruz Ne güzel oluyordu Sagimiza dönüp seni görünce Ne güzel oluyordu Düstügünde önümüze Adi safranlara sarili bir ask gibi maceramiz Adi kiskanç kervanlarin zümrüt yüklerinde yazili Adi Leyla Bir vaveyla kadar dokunsaniz aglamakliyiz Bir dönüsle dönüyoruz Belki baksak arkamiza ordasindir Bu efsunu kaybetmek istemiyoruz Hiç bir seyini istemiyoruz aslinda dünyanin Incisini yakutunu ipek yumusakligini yastiklarin Bebegin yüzümüze dokunusunu istemiyoruz Islerimizin limanligini Ocagimizin sicakligini bile istemiyoruz Bir dönüsle dönüyoruz Seni unutmamak için saskin Inanmamak için ölümüne inaniyoruz Gittin mi aramizdan Elini çektin mi üzerimizden Bizi yetim Sehrini öksüz biraktin mi Ne yapalim iste Aglamamayi beceremiyoruz Isirdikça kanayan dudaklarimizdan Dökülen bos sözlerle birbirimize soruyoruz Hava nasil Saat kaç Yine çayirlarin yesilliginde otlayan kuzularimizin arasindayiz Yine çayirlarin üstünde matem isliyoruz Inceldigi yerden kopan dünya Bir araftan yol bularak basimiza düsüyor Gökkubbe patliyor tepemizde Hissediyor anliyor ama anlatamiyoruz Bir dönüsle dönüyoruz Birakip gittigin kadariz Hiç yagmur yagmiyor Yorgunuz, tenimiz esmer Içimizde magrur bir hüzün En çok kadinlarimiza yakisan aglamakla En çok erkeklerimize dokunan çaresizlikle Yaklasiyoruz hayatin ikindisine Ne yapalim Hiç yagmur yagmiyor Sensiz yürüyünce Bir dönüsle dönüyoruz Kiyamet bize Kiyamet bize Sen yinede merhamet et bize Merhamet et bize Merhamet et bize İbrahim SADRİ |
24 Kasım 2011 Perşembe
YALNIZLIK BİRAZ DA;
Bugün ve yarın ve sonraki gün...
Kahvaltı yapacaksınız bir başınıza ya da yanınızda birileriyle.
Arkadaşlar, aile bireyleri
ve belki eskimiş sevgilerinizin sahipleri olacak karşınızda.
Şeker karıştıracaksınız bardağınızda.
Gözünüz dalacak masanın üzerindeki ekmek kırıntısına...
Vapura bineceksiniz, otobüsten ineceksiniz.
Simit alacaksınız,
gazete sayfaları çevirecek,
fal bakacaksınız bilgisayarlarınızda...
Uzun sıkıntılar vermiş şeyleri bitiremiyor olmakla
her şeye yeniden başlayabileceğinizi
sanmak arasında bir fark olmadığını fark edeceksiniz.
Siz silmek isteseniz bile
hafızanın kalıcı mürekkebi yıpratmış olacak
kalbinizdeki ak parşomeni...
En olmadık anda geri tepecek hainlikler.
Anlayacaksınız;
hiçbir şey eskisi gibi olmayacak bir daha...
Çekip gitmek en güzeliymiş gibi gelecek
ama çekip gidemeyeceksiniz...
İşiniz,
alışkanlıklarınız,
derme çatma düzeniniz,
çocuklarınız,
toplumsal korkularınız;
hadi ataletiniz diyelim hepsine;
izin vermeyecek size!
Başkalarının felaketinde teselli bulacaksınız.
Onlar kadar alçalmadığınızı düşüneceksiniz.
Onlar kadar rezil, kepaze olmadığınızı.
Onlar kadar başarısız olmadığınızı...
Ortalama yaşamınıza sığınıcaksınız.
Hayatla ilgili onca fikri varken uygulamada sınıfta kalmış her bilgiç, başarısız insan gibi derin mutsuzluklar içinde sadece eleştirebilen bir taslak olarak kaldığınızı fark edeceksiniz belki bir gün...
Ya da...
Göze alacaksınız kendinizi.
Kendinden başka düşman yoktur çünkü.
Severken de
dövüşürken de
kendinden daha çok yaralayamaz hiç kimse ve hiçbir şey bir insan zihnini...
Verdiğiniz onca açığa ve gösterdiğiniz bütün zayıf noktalarınıza, içinizden çıkmış hainlerin topuğunuzdan vurulacağınızı bildiklerini bilmenize rağmen yola çıkacaksınız.
Sırtınızdaki bıçak kesiği soğumaya başladığında emin olun en çok o zaman acı duyacaksınız.
Ama bildiğiniz gibi iyileşecek yaranız.
Sokaklardan arabalar geçecek,
mevsimler dönüşecek,
yeni şarkılar söylenecek,
birileri ölecek,
birileri doğacak...
Ama en çok o zaman seveceksiniz kendinizi...
Hiçbirinin bir önemi olmadığını anladığınız anda...
Ne düşman sandıklarınızın
ne de aynı yanda olduğunuz savaşçıların
ne de sebeplerinizin yani...
O idrakin başlama noktasında bitecek telaşınız...
Siz de biliyorsunuz aslında...
Nedenleri, niçinleri, zayıfları, çürümüşleri...
Hepsini...
Hepsini...
(...)
Bilinmesin;
yalnızlık biraz da,
her şeyi bilmenin ta kendisidir.
Hasan Ali Toptaş
Yalnızlık adlı kitabından alıntı'dır.
Arkadaşlar, aile bireyleri
ve belki eskimiş sevgilerinizin sahipleri olacak karşınızda.
Şeker karıştıracaksınız bardağınızda.
Gözünüz dalacak masanın üzerindeki ekmek kırıntısına...
Vapura bineceksiniz, otobüsten ineceksiniz.
Simit alacaksınız,
gazete sayfaları çevirecek,
fal bakacaksınız bilgisayarlarınızda...
Uzun sıkıntılar vermiş şeyleri bitiremiyor olmakla
her şeye yeniden başlayabileceğinizi
sanmak arasında bir fark olmadığını fark edeceksiniz.
Siz silmek isteseniz bile
hafızanın kalıcı mürekkebi yıpratmış olacak
kalbinizdeki ak parşomeni...
En olmadık anda geri tepecek hainlikler.
Anlayacaksınız;
hiçbir şey eskisi gibi olmayacak bir daha...
Çekip gitmek en güzeliymiş gibi gelecek
ama çekip gidemeyeceksiniz...
İşiniz,
alışkanlıklarınız,
derme çatma düzeniniz,
çocuklarınız,
toplumsal korkularınız;
hadi ataletiniz diyelim hepsine;
izin vermeyecek size!
Başkalarının felaketinde teselli bulacaksınız.
Onlar kadar alçalmadığınızı düşüneceksiniz.
Onlar kadar rezil, kepaze olmadığınızı.
Onlar kadar başarısız olmadığınızı...
Ortalama yaşamınıza sığınıcaksınız.
Hayatla ilgili onca fikri varken uygulamada sınıfta kalmış her bilgiç, başarısız insan gibi derin mutsuzluklar içinde sadece eleştirebilen bir taslak olarak kaldığınızı fark edeceksiniz belki bir gün...
Ya da...
Göze alacaksınız kendinizi.
Kendinden başka düşman yoktur çünkü.
Severken de
dövüşürken de
kendinden daha çok yaralayamaz hiç kimse ve hiçbir şey bir insan zihnini...
Verdiğiniz onca açığa ve gösterdiğiniz bütün zayıf noktalarınıza, içinizden çıkmış hainlerin topuğunuzdan vurulacağınızı bildiklerini bilmenize rağmen yola çıkacaksınız.
Sırtınızdaki bıçak kesiği soğumaya başladığında emin olun en çok o zaman acı duyacaksınız.
Ama bildiğiniz gibi iyileşecek yaranız.
Sokaklardan arabalar geçecek,
mevsimler dönüşecek,
yeni şarkılar söylenecek,
birileri ölecek,
birileri doğacak...
Ama en çok o zaman seveceksiniz kendinizi...
Hiçbirinin bir önemi olmadığını anladığınız anda...
Ne düşman sandıklarınızın
ne de aynı yanda olduğunuz savaşçıların
ne de sebeplerinizin yani...
O idrakin başlama noktasında bitecek telaşınız...
Siz de biliyorsunuz aslında...
Nedenleri, niçinleri, zayıfları, çürümüşleri...
Hepsini...
Hepsini...
(...)
Bilinmesin;
yalnızlık biraz da,
her şeyi bilmenin ta kendisidir.
Hasan Ali Toptaş
Yalnızlık adlı kitabından alıntı'dır.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)