Translate

25 Ocak 2013 Cuma

Travma ve Yaratıcılık

Amerika'da yapılan bir araştırma şu sonuçları ortaya koyuyor: Yaratıcı işlerle uğraşanlar arasında depresyon oranı toplum geneline göre 8-10 kat daha fazla... Bu kişiler arasındaki intihar oranı ise 13 kat daha fazla... Sanatçıların yüzde 75'inin hayatlarının bir döneminde psikolojik tedavi gördüğü de bir başka sonuç. Yani yaratıcılıkla ruhsal bozukluk arasında bir şekilde bağlantı var gibi... Ama nasıl?

Aşık olup da şair olmayan, yahut aşk "travması"yla malül olup da bir anda şairane "yaratıcılığı" depreşmeyen var mı?.. Bugün bu satırları rahatça okumanızı sağlayan tepenizdeki o ampulün yaratıcısının iflah olmaz bir hiperaktif olduğunu biliyor muydunuz? Onun adı Thomas Edison'du. En sıradan bir hesabı yapması bile bazen saatler alabiliyordu. Çünkü hiçbir şey üzerinde konsantre olamıyor, basit hesaba bile bütün dikkatini veremiyordu. Ama insanoğlunun yaşamını kökten değiştiren ışığın yaratıcısı o olmuştu.

Edison sadece kaşif değildi. O aynı zamanda öğretmendi. Üniversitede ders veriyordu. Aslında "vermeye çalışıyordu" demek daha doğru olur, çünkü zamanın tanıklarının ifadesiyle, derse bir konudan, örneğin negatif elektrikten başlıyor, Fransız Ginesi'ndeki yerlilerin neden renk körü olduğundan çıkıyordu. Bir başka deyişle, güpegündüz rüyalar görüyordu Edison aslında...


Ya Leonardo da Vinci? Resmin dehası, değil mi? Oysa 67 yıllık yaşamında sadece 17 resim yapmıştı. Üstelik bunların bir bölümünü de asla tamamlayamamıştı. Çünkü o da hakiki bir hiperaktifti ve iflah olmaz derecede dikkat bozukluğuyla malüldü. Kendi deyişiyle, bir işe yeni başlamışken hemen diğerine atlardı. Çok işe el atar, ama; daha elini attığı an aklı başka bir işe kayar, tabi hiçbirini bitiremezdi. Ama o da tıpkı Edison gibi yaratıcılığın şahikasıydı.

Ve Beethoven... Beethoven, kendisini klasik müziğin dehası mertebesine yükselten ünlü yapıtlarını ne zaman bestelemişti, biliyor musunuz? Ölen kardeşi Caspar Carl'ın dul karısı Johanna'ya aşık olduğunda...


Gerçi bunu hiç itiraf etmedi, isim vermedi ama ölümünden sonra evinde bulunan 'ölümsüz aşığa' başlıklı mektuplar Johanna'yı işaret ediyordu.

Klasik müziğin dahisi, Johanna'ya karşılıksız tutulduğu 1812 ile 1817 yılları arasında tek bir "dişe dokunur" yapıt çıkaramamıştı. Beethoven ve Cinsellik adlı kitabın yazarı Derek Strahan'a göre, ne zaman ki evlenmişler, o zaman yeniden eski havasına kavuşmuştu. Çoğunlukla karşılıksız aşk "travması"yla harekete geçen ilham perisi ya da yaratıcılık, Beethoven'da tam tersi bir zamanda harekete geçmişti.

Aynı yazara göre Beethoven aynı zamanda "seks obsesyonu"yla malüldü. Evet, sağır olmasına rağmen yine de kadınların gözdesiydi. Hayatından çok kadın geçmişti. Derek Strahan'a göre Beethoven yaratıcılıktan yana en verimli dönemlerini işte bu "cinsel yönden son derece aktif" olduğu dönemlerde yaşamıştı.

Beethoven adlı biyografinin yazarı Maynard Solomon'ın deyişiyle Beethoven o kadar obsesifti ki, "seks yapamadığı zaman yaratıcılık grevi yapardı". Yani tek bir beste yapmazdı.

Aslında yaratıcılık ve "anormal ruh hali" arasındaki bağlantı ilk kez Antik Çağ'da kurulmuştu. Romalı Soranus, hafif deliliğin sanatçılığa iyi geldiğini söylemiş.


Eflatun bunun felsefesini yapmıştı. Eflatun "esinlenmiş mani"den söz etmişti. Buradan yola çıkarak "birey için kötü olan, bazen toplum için iyi olabilir" demişti. Yani "Birey ruhsal bozukluk yaşayabilir ve bundan dolayı acı çekebilir, mutsuz olabilir. Evet, onun açısından bu durum kötüdür. Ama onun bu ruh halinin tetiklediği yaratıcılık toplum için yararlı eserler ortaya çıkaracaktır. Bu da toplum için iyidir" demişti.

Charles Dickens, Newton, Van Gogh, çocukların masalcısı Hans Christian Andersen, Balzac, Hemingway, Hermann Hesse, Mark Twain, Kont Drakula'nın yazarı Mary Shelley... Bu büyük yaratıcıların hepsi de manik depresyonla malûldü. Eflatun'un ifadesiyle söylersek, "esinlenmiş mani" sahibiydiler.

Benzer bir örnek ünlü şair Lord Byron'da da karşımıza çıkıyor. Byron, şiirlerinin büyük bir bölümünü, kendi deyişiyle, kendisini "vahşilik" noktasına getiren duygusal krizler sırasında yazdığını söylüyordu.

İngiliz yazar Robert Burton ise 1621'de yazdığı Melankolinin Anatomisi adlı kitabında 'Bütün şairler delidir' demişti. Burton epeyce abartmıştı kuşkusuz. Ancak dünyada birçok insanın, özellikle de sanatçıların birazca 'kaçık' olduğuna inandığına hiç kuşku yok! Dünyaca ünlü yazarlardan Sylvia Plath, Virginia Woolf ve Enrest Hemingway ile ressam Vincent van Gogh ve müzisyen Kurt Cobain intihar etmişlerdi.Bu doğru.Ama bir doğru daha var: Bütün yaratıcılar ruh hastası olmadığı gibi, bütün ruh hastaları da yaratıcı değil. Ama yapılan araştırmalar ruhsal bozuklukla, yaratıcılık arasında hiç de küçümsenemeyecek bir bağlantı olduğunu ortaya koyuyor.


Kentucky Tıp Merkezi bilim adamlarından Arnold Ludwig'in 1022 sanatçı ve kaşif üzerinde yaptığı araştırmanın sonuçlarının toplandığı "Büyük Olmanın Bedeli: Yaratıcılık ile Delilik Arasındaki Çelişki" adlı kitapta şu sonuçlara varılıyor: Sanatsal mesleklerle veya yaratıcı işlerle uğraşan kişilerin yüzde 29 ila 34'ü gençlik çağlarında mutlaka bir ruhsal bozuklukla karşı karşıya kalmış oluyorlar.

Bu oran yaratıcı olmayan işlerle uğraşanlarda, örneğin atletler, işadamları veya serbest meslek sahiplerinde ise en fazla yüzde 5 civarında oluyor. Yaratıcı işlerle uğraşanların erişkinlik döneminde ruhsal bozuklukla karşı karşıya kalma oranı yüzde 60 ila 77 arasında değişiyor. Diğerlerinde ise bu oran yüzde 25'i geçmiyor.

Harvard Üniversitesi'nden Joseph Schildkraut'un 1994 tarihli araştırması da yaratıcılık- ruhsal bozukluk ilişkisi konusunda daha somut sonuçlar ortaya koyuyor. Buna göre Amerikalı sanatçılar arasında:

• Depresyon oranı toplum geneline göre 8-10 kat daha fazla,

• Manik depresyon 20 kat daha fazla,

• İntihar oranı 13 kat daha fazla,

• Sanatçıların yüzde 75'inin bir şekilde psikolojik tedavi aldığı tespit edildi,

• Psikolojik bozuklukların özellikle şairler arasında çok daha fazla olduğu tespit edildi,

• Şairler arasındaki intihar oranı diğer sanatçılara göre 6 kat daha fazla,

• Şairler arasındaki depresyon oranı, diğer sanatçılara göre 30 kat daha fazla.


Nasıl bağlantı var?
Bu konuda tüm araştırmacıların yanıtı aşağı yukarı aynı: Ruhsal bozukluklar duyguların daha derin ve keskin yaşanmasına yol açıyor; ruhsal bozukluk nedeniyle yaşanan ani ve sık duygu değişimleri birbiriyle çatışan ve dolayısıyla olağandışı duygular ortaya çıkarıyor; Duygu ve düşünce çeşitliliği diğer insanlara göre çok daha fazla oluyor. Dolayısıyla sanatsal yaratıcılık artıyor.

İşin bir başka yanı da, aslında bu duygu durumları sporculuk, işadamlığı gibi diğer mesleklerde de yaşanıyor olabilir. Ancak bunlarda, söz konusu duygu durumunu yaşayan kişiler genellikle ekip halinde çalıştığından, dışardan yardım alarak bu duygu keskinliğini 'yumuşatabiliyor'.

Buna karşılık sanatçılar genellikle yalnız faaliyet gösteren insanlar. Dolayısıyla yaşadıkları duygu değişimlerine daha fazla konsantre oluyor ve bu değişimi daha abartılı yaşıyorlar. Bu abartılı ruh hali entelektüel birikimle birleştiğinde ortaya sanatsal yaratıcılık çıkıyor.


Ünlü Manikler


YAZARLAR BESTECİLER

Hans Christian Andersen
Honore de Balzac
William Faulkner
Scott Fitzgerald
Ernest Hemingvvay
Hermann Hesse
Mark Twain
Charles Dickens
Virginia Woolf
Emile Zola
Hector Berlioz
Gerge Frederic Handel
Ludvvig Van Beethoven
Gustav Mahler
Robert Schumann
Sergey Rahmaninoff
Peter Çaykovsky
Kurt Kobein


RESSAMLAR ŞAİRLER
Paul Gauguin
Vincent Van Gogh
Michelangelo
Jackson Pollock
Charles Baudelaire
Emily Dickinson
T.S. Eliot
Victor Hugo
Edgar Allan Poe

24 Ocak 2013 Perşembe

Mutlu Olma Şansı / Yılmaz Güney

Hayat bize mutlu olma şansı vermedi
Biz kendimizden başka
Herkesin üzüntüsünü
Üzüntümüz,
Acısını acımız yaptık.
Çünkü Dünya′nın öbür ucunda,
Hiç tanımadığımız bir insanın
Gözyaşı bile içimizi parçaladı...
Kedilere ağladık
Kuşların yasını tuttuk.
Yüreğimizin yufkalığı
Kimi zaman hayat karşısında
Bizi zayıf yaptı.
Aslında ne güzel şeydir
İnsanın insana yanması
Sevgili...
Ne güzeldir bilmediğin birinin derdine üzülmek ve çare aramak.
Ben bütün hayatımda hep
Üzüldüm, hep yandım..
Yaşamak ne güzeldir be sevgili
Sevinerek, severek, sevilerek,
Düşünerek...
Ve o vazgeçilmez sancılarını duyarak hayatın

Pınar Selek'in Tarihe geçen savunması...

Bu savunma 2006 yılında yapıldı... 

"Hukuki dilde adı "savunma" olan bu metni çeşitli suçlamalara karşı kendimi savunmak için değil, uzun süredir yaşadığım kuşatılmaya karşı onurumu, kişiliğimi, hayatla kurduğum ilişkiyi ve özgürlük arayışımı nasıl savunduğumu anlatmak için size sunuyorum.
Özgür, ahlaklı, mutlu bir yaşam nasıl mümkün olabilir sorusu, çocukluğumdan beri beni meşgul ediyordu. Bu sorulara yanıt bulmak, toplumu, kendimi anlamak ve özgürlük alanımı genişletmek için sosyoloji okudum...Travestilerin dışlanmasına ilişkin araştırmamı tamamlayıp bunu Yüksek lisans tezi haline getirdim. Her biri, farklı dışlama mekanizmasından etkilenen insanlarla, ortak bir atölye çalışmasında yer aldım: Sokak Sanatçıları Atölyesi.Kim olursa olsun, dara düşen bize uğruyordu. Dışlandığı için saldırganlaşan insanlar, kendilerine ve başkalarına güvenmeyi, burada öğrendi. Burada tineri ve fuhuşu bırakanlar oldu.
Tam kök salmaya başladığımız sıralarda şu meşhur komplonun içine düştüm ve baş artisti oldum. Mısır Çarşısı komplosu, öncelikle bizim çamurdaki gönül bahçemize, bir saldırıydı. Kapısı hep açık olan, Beyoğlu'nun ortasındaki mekânımız bombalarla damgalanınca ve oradaki en etkin kadın, bombacı olarak sergilenince, insanların umutları da tuz buz oldu...Peki ya benim açımdan, neler oldu?
Oyunun kuralıymış, öğrendim. Eğer şifreyi yüksek sesle söylemeye çalışırsan, suçlu ilan edilirsin. Üstelik suçun şifreyi yüksek sesle söylemeye çalışmak olmaz. Tam da senin karşı durduğun, mücadele ettiğin bir tutum sana mal edilir. Örneğin bir rahibeysen, fahişelik yapmakla suçlanırsın.
Hayatını İslami değerlerin canlı tutulmasına adamış bir insansan, boynuna, içki ya da uyuşturucu tüccarı yaftası asılır. Ya da bir anti militarist olarak bombacılıkla suçlanırsın. Ve bu öyle kriminal bir tarzda yapılır ki sen savunmaya itilirsin.
Suçlamalar sürekli tekrarlanır, tekrarlanır...
Bunlar iddia biçiminde de verilse, çamur izini bırakır ve herkes sana baktığında bu suçlamaları hatırlar. Artık sen asla eski kimliğini sürdüremezsin. Savaş örgütü, seni terörize eder ve yeni bir kimlikle milyonların karşısına çıkarır.Araştırmamın yok edilmesi, bana acı verdi. Ama yaraya el sürmeye çalışan bir tutumun bu şekilde cezalandırılması daha sonraki teşhis ve tedavi çabalarına yönelik de bir gözdağı oldu. Bağımsız bir duruş arayışında olan kadınlara ve erkeklere bir işaret çakıldı. Sosyologlara, sosyal bilimcilere, aktivistlere parmak sallandı.
Ben, bir sembol olarak seçildim.Ben kendimi korudum, kuşatmaya, lanetlenmeye karşı varlığımı savundum. Bu komplo beni zayıf düşürmedi ama ülkemiz açısından, tarihin tekerrürüne hizmet etti.
Elimden alınan araştırma, tüm eksikleriyle birlikte, yaşadığımız sorunları, milli güvenlik siyasetinin dışında bir bakışla analiz etmenin yollarını arıyordu. Yanlışlık ya da doğruluk ayrı meseledir. Ama bir olgu eğer gerçekse, önemli olan bu gerçekliği derinlikli tanımlamaktır... Son yirmi yıldır yaşadığımız şiddet ortamını da böyle ele almak zorundayız. Sorunları aşmak, onların anlaşılmasına bağlıdır, anlaşılması için ise araştırmak gerekir. Ben, iyi niyetli küçük bir çabayla bile iyileşeceğimize inanıyorum. Ama bitiremiyoruz.
Ve suyun kirlenmesini, havasız kalışımızı sadece izliyoruz..."


Kaynak: http://www.pinarselek.com