Translate

29 Temmuz 2010 Perşembe

İstanbul'u Dinliyorum / Orhan Veli Kanık

© Emre Ekinci | http://www.emreekinci.com/

İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı
Önce hafiften bir rüzgar esiyor
Yavaş yavaş sallanıyor
Yapraklar, ağaçlarda;
Uzaklarda, çok uzaklarda,
Sucuların hiç durmayan çıngırakları
İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı

İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı
Kuşlar geçiyor, derken
Yükseklerden, sürü sürü, çığlık çığlık.
Ağlar çekiliyor dalyanlarda
Bir kadının suya değiyor ayakları
İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı

İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı
Serin serin Kapalıçarsı
Cıvıl cıvıl Mahmutpaşa
Güvercin dolu avlular
Çekiç sesleri geliyor doklardan
Güzelim bahar rüzgarında ter kokuları
İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı

İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı
Başımda eski alemlerin sarhoşluğu
Los kayıkhaneleriyle bir yalı
Dinmiş lodosların uğultusu içinde
İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı

İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı
Bir yosma geçiyor kaldırımdan
Küfürler, şarkılar, türküler, laf atmalar.
Bir şey düşüyor elinden yere
Bir gül olmalı
İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı

İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı
Bir kuş çırpınıyor eteklerinde
Alnın sıcak mı, değil mi, biliyorum
Dudakların ıslak mı, değil mi, biliyorum
Beyaz bir ay doğuyor fıstıkların arkasından
Kalbinin vurusundan anlıyorum
İstanbul'u dinliyorum.

27 Temmuz 2010 Salı

DUASIZ / Emre Ekinci

Bir kibrit çöpüdür hayatım.
Bir çırpıda yanar, sönüp gider.
Kadehimdir ruhum.
Dertli bir mey ile dolup taşar.
Kaderim sigaramdan bir nefes.
Keyifsiz ve acı.
Sönünce bu kibrit ruhum ile gömün beni.
Gözyaşı ve duasız.
Ama acıklı bir kemanın sonsuz kederiyle...
Fotoğraf ve Şiir: © Emre Ekinci

25 Temmuz 2010 Pazar

KİRALIK HÜKÜMETLER

Oy vermek tarihe karıştı.
Seçimle iş başına gelmiyor artık hükümetler. Siyasi partiler de kalkalı yıllar oluyor. Kurtulduk o günlerden. Ne maskaralıklar, kepazelikler yapılırdı seçim kazanmak için. Ülkenin bölünmez bütünlüğünden söz eden siyasi partiler bölücülüğün başlıca unsuruydu. İktidara gelebilsinler diye halkı birbirine düşürür, durmadan kargaşa yaratırlardı. Ya seçim gündeme geldiğinde sorumsuzca oluk oluk akıtılan paralar! Bir yanda para bekleyen eğitim, sağlık, ulaşım vb. sorunlar; öbür yanda seçilmek uğruna milyarlar harcanan siyasi sirk gösterileri. Bitti, bitti, Hepsi bitti.
İmparatorluklar döneminde doğuştan hazırlanırdı geleceğin hükümdarları. Sonradan siyasi partiler çıktı. Burjuvalar, düşünce adamları falan, sultanların, kralların işine soyundu. Derken işçiler girdi işin içine ve işçiler adına konuşanlar. Sanılıyordu ki, demokrasi demek her ülkede, her isteyenin iktidar olabilmesidir.
Zamanla dünyanın her yerinde seçimlerle gelenler, gideni aratmaya başladı. Eskisi gibi devlet adamları çıkmaz oldu. Birbirinden çapsız, şöhret ve para düşkünü insanlar devlet başkanı, başbakan falan oldular. Onlardan tiksinmek ve tek tük fıkralarla duyduğu öfkeyi hafifletmek dışında, halk pek tekpik göstermedi. Siyasetin yozlaşmasıyla tüm değer yargılarımızı yitirmiş ve politikaya iyice yabancılaştırılmıştık.
Yeni Dünya Düzeni'nde, artık gazete bile okumayan insanlar 328 kanallı TV'lerinden durmadan özgür seçimler yapıyor; devlet için de "gölge etmesin başka ihsan istemem" deniliyordu. Başbakanların, başkanların adını bilmek şöyle dursun, Dünya'nın Güneş'in etrafında döndüğünü bilenlerin sayısı bile giderek azalıyordu.
Ne var ki hiçbir hükümet de işinde başarılı olamıyordu. Bir defa ulus-devlet çoktan tarihe karışmıştı. Bayrak gönderlerinde çok-uluslu firmaların bayrakları hem en büyüktü hem de en yüksekte dalgalanıyordu. Uluslararası mafyalar ve firmalar har vurup harman savuruyor, liberal kapitalizmin sınır tanımayan ticaret politikasını harfiyen yürütüyorlardı.
Yürütüyorlardı da doğru dürüst muhatap bulamıyorlardı devlet katında. Hükümetler durmadan değiştiğinden tutarlı bir ekonomi politikası çizilemiyor, cuntalar ya da mecilsi hiçe sayan yarı totaliter rejimlere başvurmak zorunda kalınıyordu. Üstelik halk nezdinde ne askerin ne de başkanların beş paralık itibarı kalmamıştı. Devlet yönetimi her alanda uzmanlaşmış kişiler gerektiriyordu.
İlk ilan bir Amerikan gazetesinde çıktı:
KİRALIK HÜKÜMET
1- New York'ta kurulan, Singapur, Zürih, Buenos Aires ve Darüsselam'da şubeleri olan Glasnost Uluslararası Yönetim firmamızın faaliyete geçtiğini müjdeleriz.
2- Kiralık hükümetlerimizin uzman kadrolarının hepsi Uluslararası Para Fonu, Dünya Sağlık Teşkilatı, Uluslararası Af Örgütü, Birleşmiş Milletler Tarım ve Gıda Örgütü gibi kurumlarda çalışmış olup her biri en az beş dil bilmektedir.
3- İlgili devletlerle anlaşma sağlantığında, firmamız kiralık hükümetimizin söz verdiği ekonomi, sağlık, eğitim vb. alanlardaki hedeflere, belirlenen süre içinde varılacağını taahhüt eder. Hedeflere ulaşılmadığı takdirde tazminat öder, hedef aşıldığında ise ek prim alır.
4- Kiralanan hükümetin tüm reklam ve halkla ilişkiler (kamuoyunu yönlendirme) hizmetlerini firmamız ek bir ücret karşılığı yerine getirir. Kiraladığınız hükümet ve kabine üyelerine halkınızca arzulanan uygun görüntüyü (liberal, anarşist, yeşil, köktenci muhafazakâr, sosyal demokrat, feminist vs.) verecek kadromuz mevcuttur.
5- Firmamızın kiraladığı hükümetler, Birleşmiş Milletler Evrensel İnsan Hakları Beyannamesi'ne uymayı taahüt eder.
6- Firmamız ile kiracı devlet arasındaki ihtilaflarda taraflar Lahey Adalet Divanı'nın kararlarına uymayı önceden taahhüt eder.
İşte böyle idi ilan. Zaten hapishanelerini, okullarını, itfaiyelerini, sokak temizliğini, polis teşkilatını çoktandır özel firmalara devretmiş olan Amerika gibi ülkeler kolayca alıştı çok-uluslu şirketlerden hükümet kiralamaya.
Kısa bir süre içinde bu tarzda birçok firma kuruldu. Kimileri birbirlerinden hükümet transferine bile başladı. Kötü firmalar battı, iyilerin hisse senetleri borsalarda kapışılır oldu. Ne var ki bu firmaların hiçbiri, hâlâ Türkiye gibi gerçek demokrasiyi kurmaktaki kararlılığını sürdüren ülkelere nüfuz edebilmiş değil. Bu tür ülkelerin politikacıları, paşaları ve kapıkulu hocaları halka en iyisi verebilmek için birbirleriyle yarış içindeler hâlâ...


Gündüz VASSAF
'Cennetin Dibi' kitabından.

13 Temmuz 2010 Salı

FARKINDA OLMALI İNSAN / Can Yücel

Farkında Olmalı İnsan...
Kendisinin, Hayatın Olayların, Gidişatın Farkında Olmalı. 
Farkı Fark Etmeli, Fark Ettiğini De Fark Ettirmemeli Bazen... 
Bir Damlacık Sudan Nasıl Yaratıldığını
Fark Etmeli.
Anne Karnına Sığarken Dünyaya Neden Sığmadığını
Ve En Sonunda Bir Metre Karelik Yere Nasıl Sığmak Zorunda Kalacağını
Fark Etmeli.
Şu Çok Geniş Görünen Dünyanın, Ahirete Nispetle Anne Karnı Gibi Olduğunu
Fark Etmeli.
Henüz Bebekken 'Dünya Benim!' Dercesine Avuçlarının Sımsıkı Kapalı
Olduğunu, Ölürken De Aynı Avuçların 'Her Şeyi Bırakıp Gidiyorum
İşte!' Dercesine Apaçık Kaldığını
Fark Etmeli.
Ve Kefenin Cebinin Bulunmadığını Fark Etmeli.
Baskın Yeteneğini
Fark Etmeli Sonra.
Azraillin Her An Sürpriz Yapabileceğini,
Nasıl Yaşarsa Öyle Öleceğini
Fark Etmeli İnsan
Ve Ölmeden E vvel Ölebilmeli. 
Hayvanların Yolda Kaldırımda Çöplükte
Ama Kendisinin Güzel Hazırlanmış Mükellef Bir Sofrada Yemek Yediğini
Fark Etmeli.
Eşref-İ Mahlukat (Yaratılmışların En Güzeli) Olduğunu
Fark Etmeli.
Ve Ona Göre Yaşamalı.
Gülün Hemen Dibindeki Dikeni, Dikenin Hemen Yanı Başındaki Gülü
Fark Etmeli.
Evinde 4 Kedi 2 Köpek Beslediği Halde
Çocuk Sahibi Olmaktan Korkmanın Mantıksızlığını
Fark Etmeli.
Eşine 'Seni Çok Seviyorum!' Demenin Mutluluk Yolundaki Müthiş Gücünü
Fark Etmeli.
Dolabında Asılı 25 Gömleğinin Sadece Üçünü Giydiğini, Ama Arka
Sokaktaki Komşusunun O Beğenilmeyen Gömleklere Muhtaç Olduğunu
Fark Etmeli.
Zenginliğin Ve Bereketin, Sofradayken Önünde Biriken Ekmek
Kırıntılarını Yemekte Gizlendiğini
Fark Etmeli.
FARK ETMELİ.
Ömür Dediğin Üç Gündür,
Dün Geldi Geçti Yarın Meçhuldür,
O Halde Ömür Dediğin Bir Gündür,O Da Bugündür.

9 Temmuz 2010 Cuma

BACH SONATI - Bülent Ecevit

ne ben sorayım seni
ne sen beni sor
soyunmuş seslerimiz tenden
boşlukta bir aşk örüyor

ses olmuş duygular
yaklaşır dalga dalga zamansız
kavuşsa da seslerimiz birbirine
biz kavuşamayız

ne kollarımız var saracak
ne öpecek dudaklar
ne görülecek yüzümüz var
ne görecek göz

biz aşk örüyoruz boşlukta
çizgiden soyut
zerreden öz

1953