Resim: Halil Cibran |
Ey kardeşim, seni, güzel bir kadının karşısında kendinden geçmiş, çıkarıp yüreğini onun güzelliğinin mihrabına koyarken görmüşümdür.
O kadının sana içtenlikle ve şefkatle baktığını görünce de kendi kendime, “Yaşasın, bu adamın yalnızlığını silen ve yüreğini bir başka yürekle birleştiren Sevgi’ demişimdir.
Buna karşın, sana bir kez daha baktığımda, senin sevgi dolu yüreğinin içinde, sırlarını bir kadına açıklayabilmek için boşuna hıçkıran yapayalnız bir yüreğin daha durduğunu ve sevgiyle dolu ruhunun ardında, sevgilinin gözlerinden yaş olup akabilmek için boşuna çırpınan bir bulut gibi dolanan yalnız bir ruhun daha bulunduğunu gördüm.
Ey kardeşim, yaşamın, diğer insanların konakladıkları yerlerden ayrık, ıssız bir konaklama yeridir. Hiçbir komşunun, için göz atamayacağı bir yuvadır. Karanlığa gömülecek olsa, komşunun kandili onu aydınlatamaz.
Erzağı tükense, komşunun ambarlan onu dolduramaz.
Bir çölde olsa, başkalarının elleriyle bellenip, çiçeklendirilmiş bahçelere sokamazsın onu. Bir dağın doruğu olsa, başkalarının ayak izleriyle çiğnenmiş olan bir vadiye indiremezsin onu.
Ey kardeşim, senin ruhunun yaşantısı, ıssızlıkla çepeçevre sarılmıştır ve eğer bu ıssızlık ve tek başınalık olmasa, ne sen SEN, ne de ben BEN olabilirdik. Eğer bu ıssızlık ve tek başınalık olmasaydı, senin ağzından çıkan sözcüklerin benim ağzımdan çıktıklarına inanır; ya da senin yüzüne baktığımda aynadan kendi yüzümü seyrediyorum sanırdım.