Translate

29 Aralık 2010 Çarşamba

Tıkanıp kaldığında hayat / Can Dündar

EE
Bir yerlerde tıkanıp kaldığında hayat, soluk almak güçleştiğinde,
Yüreğin susup, mantığın sürüklemeye başladığında ayaklarını,
Dağlara dönmeli yüzünü insan.
Yeni patikalar, yeni yollar seçmeli, yüreğini ferahlatacak;
Yeni insanlarla 'tanışmalı, yeni kesifler yapacak....
Hep isteyip de, bir gün yaparım diye ertelediği ne varsa,
Gerçekleştirmeyi denemeli!
Her geçen gece, ölüme bir gün daha yaklaştığını; zamanın bir nehir,
Kendisinin bir sal olup da, O dursa da yolculuğun devam ettiğini anlamalı.
Baş döndürücü bir hızla geçiyorsa birbirinin aynı günler,
Her aksam aynı can sıkıntısıyla eve giriliyorsa,
Değiştirmeye çalışmalı bir şeyleri;
Küçük şeylerle başlamalı belki; örneğin, bir kaç durak önce inip
Servisten, otobüsten; yürümeli eve kadar, yüreğine takmalı güneş
gözlüklerini;
Gördüğünü hissedebilmeli!
Sağlığını kaybedip, ölümle yüz yüze gelmeden önce,
Değerli olabilmeli hayat!
İlla büyük acılar çekmemeli, küçük mutlulukları fark etmek için!
Başkasının yerine koyabilmeli kendini;
Ağlayan birine "gül", inleyen birine "sus" dememeli!
Ağlayana omuz, inleyene çare olabilmeli!
Şu adaletsiz, merhametsiz dünyaya ayak uydurmamalı;
Sevgisiz, soysuz kalarak!
Dikeni yüzünden hesap sormak yerine gülden,
Derin bir soluk alıp, hapsetmeli kokusunu içine...
Günesin doğusunu seyretmeli arada bir, seher yeli okşamalı saçlarını...
Karda, yağmurda; sevincine, coşkusuna; fırtınada boranda;
Öfkesine, isyanına ortak olabilmeli doğanın!
Bir çocuğun ilk adımlarında umudu; bir gencin düşlerinde geleceği;
Bir yaşlının hatıralarında geçmişi görebilmeli!
Çalışmadan başarmayı, sevmeden sevilmeyi, mutlu etmeden mutlu
Olmayı beklememeli!
Ama küçük, ama büyük; her hayal kırıklığı, her acı;
Bir fırsat yasamdan yeni bir şeyler öğrenebilmek için; kaçırmamalı!
Çünkü; hiç düşmemişsen, el vermezsin kimseye kalkması için, hiç
Çaresiz kalmamışsan, dermanı olamazsın dertlerin; ağlamayı bilmiyorsan,
Neşesizdir kahkahaların;
Merhaba dememişsen, anlamsızdır elvedaların...
Ne, herkesi düşünmekten kendini, ne; kendini düşünmekten herkesi unutmamalı!
Bilmeli; çok kısa olduğunu hayatın; hep vermek ya da hep almak için...
Sadece, anlatacak bir şeyleri olduğunda değil,
Söyleyecek bir şey bulamadığında da dinleyebilmeli!
Aklı ve kalbiyle katılabilmeli sohbetlere...
Hafızası olmalı insanın; hiç değilse, aynı hataları, aynı bahanelerle
tekrarlamaması için!
Soruları olmalı, yanıtları bulmak için bir ömür harcayacak!
Dostları olmalı, ruhunun ve zihninin sınırlarını zorlayacak!
Herkese yetecek kadar büyük olmalı sevgisi;
Ama, kapasitesi sınırlı olmalı yüreğinin ki, hakkını verebilsin
sevdiklerinin;
Zaman bulabilsin;
Bir teşekkür, bir elveda için...
Yasam dedikleri bir sınavsa eğer;
Asla vazgeçmemeli sevmek ve öğrenmekten;
Ama, herkesi sevemeyeceğini de her şeyi bilemeyeceğini de fark edebilmeli
insan!
Tıpkı, her şeye sahip olamayacağı gibi...
Zamanın ninnisiyle, uykuda geçirmemeli hayatı...!

28 Aralık 2010 Salı

Anladım / Can Yücel

Bunca zaman bana anlatmaya çalıştığını, kendimi bulduğumda
anladım.

Herkesin mutlu olmak için başka bir yolu varmış,
Kendi yolumu çizdiğimde anladım..

Bir tek yaşanarak öğrenilirmiş hayat, okuyarak, dinleyerek değil..
Bildiklerini bana neden anlatmadığını, anladım.

Yüreğinde aşk olmadan geçen her gün kayıpmış,
Aşk peşinden neden yalınayak koştuğunu anladım..

Acı doruğa ulaştığında gözyaşı gelmezmiş gözlerden,
Neden hiç ağlamadığını anladım..

Ağlayanı güldürebilmek, ağlayanla ağlamaktan daha değerliymiş,
Gözyaşımı kahkahaya çevirdiğinde anladım..

Bir insanı herhangi biri kırabilir, ama bir tek en çok sevdiği
acıtabilirmiş,
Çok acıttığında anladım..

Fakat,hakkedermiş sevilen onun için dökülen her damla gözyaşını,
Gözyaşlarıyla birlikte sevinçler terk ettiğinde anladım..

Yalan söylememek değil, gerçeği gizlememekmiş marifet,
Yüreğini avucuma koyduğunda anladım..

''Sana ihtiyacım var, gel ! '' diyebilmekmiş güçlü olmak,
Sana ''git'' dediğimde anladım..

Biri sana ''git'' dediğinde, ''kalmak istiyorum'' diyebilmekmiş
sevmek,
Git dediklerinde gittiğimde anladım..

Sana sevgim şımarık bir çocukmuş, her düştüğünde zırıl zırıl
ağlayan,
Büyüyüp bana sımsıkı sarıldığında anladım..

Özür dilemek değil, ''affet beni'' diye haykırmak istemekmiş
pişman olmak,
Gerçekten pişman olduğumda anladım..

Ve gurur, kaybedenlerin, acizlerin maskesiymiş,
Sevgi dolu yüreklerin gururu olmazmış,
Yüreğimde sevgi bulduğumda anladım..

Ölürcesine isteyen, beklemez, sadece umut edermiş bir gün
affedilmeyi,
Beni affetmeni ölürcesine istediğimde anladım..

Sevgi emekmiş,
Emek ise vazgeçmeyecek kadar, ama özgür bırakacak kadar
sevmekmiş...

27 Aralık 2010 Pazartesi

Sevmeyi Unutanlar İçin / Behçet Aysan

Behçet Aysan
Sevmeyi unutmuşsunuz kardeşler
yalan her şey gibi
aşklarınız da.

Yaşamı ölüm
diye anlatıyorlar size
yalanı gerçek diye.

Ne leylakların
tomurundan
haberiniz var

Ne önünüzden
kara bir tabut
gibi geçen geceden.

Sevmeyi unutmuşsunuz kardeşler
yalan aşklarınız

da.

9 Aralık 2010 Perşembe

GÖÇEBE • Fotoğraf Sergisi • Emre Ekinci


GÖÇEBE
FOTOĞRAF SERGiSi
EMRE EKiNCi
(Kokteyl: 16 Aralık | 19:00)
16 Aralık 2010 - 17 Ocak 2011

Yer: The HOUSE Lounge Bar & Restaurant
Ecevit Caddesi, Girne, Kıbrıs


MIGRATORY
PHOTO EXHIBITION
EMRE EKiNCi
(Reception: 16 December | 19:00)
16 December 2010 - 17 January 2011
Place: The HOUSE Lounge Bar & Restaurant
Ecevit Avenue, Kyrenia, Cyprus

24 Kasım 2010 Çarşamba

Yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey var... / Ataol Behramoğlu

© Emre Ekinci
Yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey var:
Yaşadın mı, yoğunluğuna yaşayacaksın bir şeyi
Sevgilin bitkin kalmalı öpülmekten
Sen bitkin düşmelisin koklamaktan bir çiçeği
İnsan saatlerce bakabilir gökyüzüne
Denize saatlerce bakabilir, bir kuşa, bir çocuğa
Yaşamak yeryüzünde, onunla karışmaktır
Kopmaz kökler salmaktır oraya
Kucakladın mı sımsıkı kucaklayacaksın arkadaşını
Kavgaya tüm kaslarınla, gövdenle, tutkunla gireceksin
Ve uzandın mı bir kez sımsıcak kumlara
Bir kum tanesi gibi, bir yaprak gibi, bir taş gibi dinleneceksin
İnsan bütün güzel müzikleri dinlemeli alabildiğine
Hem de tüm benliği seslerle, ezgilerle dolarcasına
İnsan balıklama dalmalı içine hayatın
Bir kayadan zümrüt bir denize dalarcasına
Uzak ülkeler çekmeli seni, tanımadığın insanlar
Bütün kitapları okumak, bütün hayatları tanımak arzusuyla yanmalısın
Değişmemelisin hiç bir şeyle bir bardak su içmenin mutluluğunu
Fakat ne kadar sevinç varsa yaşamak özlemiyle dolmalısın
Ve kederi de yaşamalısın, namusluca, bütün benliğinle
Çünkü acılar da, sevinçler gibi olgunlaştırır insanı
Kanın karışmalı hayatın büyük dolaşımına
Dolaşmalı damarlarında hayatın sonsuz taze kanı
Yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey var:
Yaşadın mı büyük yaşayacaksın, ırmaklara, göğe,bütün evrene karışırcasına
Çünkü ömür dediğimiz şey, hayata sunulmuş bir armağandır
Ve hayat, sunulmuş bir armağandır insana
Ataol Behramoğlu

Ghost in the Machine | Erika Iris Simmons

Erika Iris Simmons, fotoğraf sanatı ile uğraşan bir illüstratör. 80'lerden kalan eski kasetleri değerlendirerek, tual üzerine hazırladığı 'Ghost in the Machine' isimli çalışma farklı ve ilgi çekici.

Görsellerin üzerine tıklayarak büyük hallerini görebilirsiniz...

"Ghost in the Machine: John Lennon"  Cassette tape on canvas, 2009.








ORİGAMİ SANATI / Jacquet Firtz | Matthieu Gauchet







Jacquet Firtz, başarılı bir origami ustası. Atık kağıt parçaları ve farklı materyalleri kullanarak yaptığı çalışmalarla tanınıyor.  Tuvalet kağıdının sarıldığı basit bir rulo, kullandığı ilginç materyallerden sadece biri.
Bu değişik Origamileri, Fotoğraf sanatçısı Matthieu Gauchet'in internet sitesinden izlemek mümkün.
http://www.matthieugauchet.com/index.php?serie=masques


EE


23 Kasım 2010 Salı

HÜZNÜN KUŞLARI / Cemal Süreya

Ben bütün hüzünleri denemişim kendimde 
canımla besliyorum şu hüznün kuşlarını
bir bir denemişim bütün kelimeleri
yeni sözler buldum seni görmeyeli

Kuliste yarasını saran soytarı gibi
seni görmeyeli
kasketim eğip üstüne acılarımın
sen yüzüne sürgün olduğum kadın
kardeşim olan gözlerini unutmadım
çık gel bir kez daha beni bozguna uğrat

Sen tutar kendini incecik sevdirirdin
bir umuttum bir misillemeydin yalnızlığa
şanssızım diyemem kendi payıma
hain bir aşk bu kökü dışarda
olur böyle şeyler ara sıra
olur ara sıra


Cemal Süreya

22 Kasım 2010 Pazartesi

YALNIZLIK HALLERİ / Emre Ekinci

Edebi bir yalnızlık bu,
yazmaya fena halde meğilli.
Suskun bir katildi bundan evveli.
Ay saklanınca gecede,
Akdeniz'de boğardı aşkın izlerini.

Alçak gönüllü bir yalnızlık bu,
Düpedüz alçaktı evveli.
Tiksinerek anımsıyorum
hüzününe sıyrılan arsız etekleri.

Suskun bir yalnızlık bu,
kapandığı yer içi.
Pek arsızdı bir evveli
Terlediği ruhlar
yataklarda işçi.

-di'li bir yalnızlık bu
geçmişte kalmış zamanın kipi.
geniş zamanlı bir pervasızdı evveli
yaparım, ederim der gibi

Herşey bir yana;
Kahpe bir yalnızlık bu,
        - h e r   y a l n ı z l ı k  g i b i -
Öyle puşt ki zulasında saklıyor hançerini
ve en zayıf vakitlerimi kolluyor,
kalbime saplamak için seni

Siz,
parantezlere bile anlam kazandıran kadın,
miras mı bıraktınız bu yalnızlığı,
yoksa acı bir kesik mi?

© Emre Ekinci

19 Kasım 2010 Cuma

Üvercinka / Cemal Süreya

Böylece bir kere daha boynunlayız sayılı yerlerinden
En uzun boynun bu senin dayanmaya ya da umudu

               kesmemeye
Laleli'den dünyaya doğru giden bir tramvaydayız
Birden nasıl oluyor sen yüreğimi elliyorsun
Ama nasıl oluyor sen yüreğimi eller ellemez
Sevişmek bir kere daha yürürlüğe giriyor
Bütün kara parçalarında
                           Afrika dahil

Aydınca düşünmeyi iyi biliyorsun eksik olma
Yatakta yatmayı bildiğin kadar
Sayın Tanrıya kalırsa seninle yatmak günah, daha

                 neler
Boşunaymış gibi bunca uzaması saçlarının
Ben böyle canlı saç görmedim ömrümde
Her telinin içinde ayrı bir kalp çarpıyor
Bütün kara parçaları için
                           Afrika dahil

Senin bir havan var beni asıl saran o
Onunla daha bir değere biniyor soluk almak
Sabahları acıktığı için haklı
Gününü kazanıp kurtardı diye güzel
Birçok çiçek adları gibi güzel
En tanınmış kırmızılarla açan
Bütün kara parçalarında
                           Afrika dahil

Birlikte mısralar düşünüyoruz ama iyi ama kötü
Boynun diyorum boynunu benim kadar kimse

                   değerlendiremez
Bir mısra daha söylesek sanki her şey düzelecek
İki adım daha atmıyoruz bizi tutuyorlar
Böylece bizi bir kere daha tutup kurşuna diziyorlar
Zaten bizi her gün sabahtan akşama kadar kurşuna

                diziyorlar
Bütün kara parçalarında

                            Afrika dahil

Burda senin cesaretinden laf açmanın tam da sırası
Kalabalık caddelerde hürlüğün şarkısına katılırkenki
Padişah gibi cesaretti o, alımlı değme kadında yok
Aklıma kadeh tutuşların geliyor
Çiçek Pasajında akşamüstleri
Asıl yoksulluk ondan sonra başlıyor
Bütün kara parçalarında
                           Afrika hariç değil

14 Kasım 2010 Pazar

SİS / Haydar Ergülen


Girne Eski Limanı, Emre Ekinci - 2010
İki şehri var gecenin, biri gözümde
tütüyor, birinin dumanı üstünde yağmur
gibi çöken siste, bana bu uykusuz
şehri niye bıraktın, göze alamadığım
bir şehrin yerine bütün şehirlerdesin,
gece değil istediğin hayli karanlık 

bakışlı bir şehrin gözleriyle çarpışmak
hevesindesin! Gözlerini anlıyorum henüz
bağışlayabileceği gözleriyle çarpışmadı kimsenin;

gözlerimizi uzaklıklar değil ki yalnız
göze alamadığımız yakınlıklar da acıtır,
ve gözleri ancak gözler bağışlayabilir,

öyle acıyor ki gözlerim kim bağışlayacak,
sis değil, uykusuzluk değil, iki uzak
şehir gibi ayrılıktan kavuşmuyor gözlerim:
Biri hepimizle gözgöze gibi hala uykusuz,
biri sis içinde kirpiklerine kadar açık,
bu sessizliği kim bıraktıysa, göremiyorum
konuşkan gözlerinde tek sözcük bile,
gözlerimiz birbirine değmiyor gecenin iki şehrinde
Kimsenin kimseye gözü değmiyorsa şiir niye? 

11 Kasım 2010 Perşembe

Hayyam'dan

Dünyada akla değer veren yok madem,
Aklı az olanın parası çok madem,
Getir şu şarabı, alsın aklımızı:
Belki böyle beğenir bizi el âlem!


Ferman sende, ama güzel yaşamak bizde:
Senden ayığız bu sarhoş halimizde.
Sen insan kanı içersin, biz üzüm kanı:
İnsaf be Sultanım, kötülük hangimizde?
Hayyam / Bütün Dörtlükler

7 Kasım 2010 Pazar

Kaçak Yaşama Yergisi

Günlerden o gün alıp başımı evin yolunu şaşıracağım 
Taze ekmeğim eski kanlarım benim ellerim şaşıracak 
Ya da tek başına acıkacaksın sen tek başına gözlerin 
Hiç umurumda değil ya şundan şundan şundan korkuyorum 
Kim uydurdu bu haziranı bu temmuzları bu yaşamaları gizli kapaklı 
Bu yulafları oğlakları bardakları bu bütün puştlukları bu şarkıları 
Hiç umrumda değil yoksa yalnızlıklar, bozuk paralar, uzun boylu ayışıkları,
gelip gelip giden sarhoşluklar, sabahleyin yalnız
yatakta az az üşümek, hani insanın kendi kendini bulamadığı,
hatırlayamadığı saatler olur ya, işte onlar. Bir keresinde 
böyle saatlerin birinde bir şarkı duymuştum da işimi gücümü 
koyup sokak sokak bir kadın aramaya çıkmıştım.
Sonra bulamamıştım. Bir iğrenmiştim nedense, gidip bir köşede kusmuştum. 
Aksamları eve hep arka sokaklardan dönüyorum 
Pencerelere bakmıyorum dükkanların mostralarına bakmıyorum
Kadınların eteklerine bakmıyorum hiç 
Sağıma soluma bir baksam biliyorum sapıtmak işten değil 
Bir baksam ertesi gün kimbilir nerelerde olurum 
Uzak şarkıları dinliyorum sıkı sıkı aşık oluyorum 
İyi niyetle merhaba ağaçlar evler bildik bulutlar 
Öğrenciler memur kişiler bana benzeyenler 
Ben kaçmaya çabalıyorum hoşnut muyum 
Siz kaçtığınız yerde hoşnut musunuz 
Konuşup gülüşüyoruz umumhaneye nasıl gittiklerimizi 
anlatıyoruz 
Hiç yanıma yöreme bakmıyorum 
İlle şeytan minarelerini düşünüyorum büyük pullu deniz dibi 
balıklarını 
Kadınlar adamlar şehri uğultularla dolduran namussuz kalabalık 
Yorgun kalabalık iyi kalabalık alaycı düzenbaz kalabalık 
Bir karışsam içlerine bir uysam biraz gülmesem 
Ertesi gün kim bilir nasıl yaşarım 
Bir çalıştığım oda var üç pencereli, bir arka yol, bir gökyüzü,

göre göre önce sevdiğim sonra alıştığım sonra ezberlediğim
artık kurtulduğum ağır aksak gökyüzü, her gün her sabah bir 
şu kadar kuşun, adamın, uçağın, yağmurun yunup arındığı 
gökyüzü, bir de geceye karışmaya başlayan tek tük ışıklı, ama 
nasıl sıcak ışıklı tanıdık evler, Zekeriya Bey'in evi, Süheyla 
Doğrusöz'ün evi, Ali Özaçar'ın bakkal dükkanı, Temiziş Kolacısı Süleyman,
sonra kendi evim, yatağım, yorganım, çorbalar 
Gidiyorum geliyorum dünyayı bu kadarcık belliyorum 
Halbuki ben ne hinoğlu hinim aslında, iyice biliyorum, açlıklar, 
inadına kanlar, çıngıraklar, dövüşken horozlar var, ormanlar-
da zaman zaman unuttuğumuz haydutlar, enginar tarlaları, 
pamuk tarlaları, ırgatlar, sekiz yüz kadem derinliğinde kömür arayanlar,
zorlu aşklar, buğdaylar buğdaylar, ilaçlar ilaçlar 

Halbuki biliyorum biliyorum ama ne ben yokum ne onlar eksik 
Akşamları hep arka sokaklardan dönüyorum 
Biraz bıkkın bir parça kırık korkunç umutsuz ve sakin 
Eve geliyorum seni buluyorum bir seviniyorum bir kızıyorum 
Sonra biliyorsun 



Turgut Uyar

28 Ekim 2010 Perşembe

AŞKA SEVDALANMA

Can verme sakın aşka aşk afeti candır
Aşk afeti can olduğu meşhuru cihandır
Sakın isteme sevdayı gam aşkta her an
Kim istedi sevdayı gamlı aşk ziyandır
Her ebrulu güzel elinde bir hançeri honriz
Her zülfü siyah yanında bir zehirli yılandır
Yahşi görünür yüzleri güzellerin emma
Yahşi nazar ettikte sevdaları yamandır
Aşk içre azap olduğu bilirem kim
Her kimseki aşıktır işi ahü figandır
Yadetme güzel gözlülerin merdümi çeşmin
Merdüm deyip aldanma kim içtikleri kandır
Gel derse Fuzuli ki güzellerde vefa var
Aldanmaki şair sözü elbette yalandır.

Şair Fuzuli

23 Ekim 2010 Cumartesi

İŞTE TAM BU SAATLERDE / Cemal Süreya


Emre Ekinci (Göçebe Sergisinden)
İşte tam bu saatlerde bir yara gibidir su
Yeni deşilmiş uçlarına sokakların, küçük uçlarında.
Senin o güneş sarnıcı gözlerin
Ölüm yası içindeki bir evde
Olmaması gereken birşey gibi,kırılan bir ayna gibi.
Bu saatlerde.
Çarmıhını yanından eksik etmeyen bir İsa gibi
Merdiven taşıyan bir adam görüyoruz
Bu adamı ne kadar çok seviyorum, bu kuşu ne kadar
Sen ne seviyorsun sen zaten sevince
Alnınla ayıklarsın yeryüzünü,
Çardaklar binaların ağızlarında
Aşar gider kendi sınırlarını
Köpekler gizli bir dağı havlar.
Bunlar iyidir diyorum bunlar senden haberli,
Yoksa nerden bilecekler
Korbon sınırlarında yaşayan balıklar
Kovadan sızan hiçret gününü,
Peygamberin parmaklarına asıp paltolarını
Nasıl girecekler tanrıevine
Mucizesever müslümanlar,
Ve On Binlerin Dönüşü sırasında
Grek keçilerinin çiftleştiği
Dağ yolları neyle donacak?
Yine de sevişirken
Kullandığımız her kelime
Hırsızın devirdiği eşya.
Minibüsleri morarmış sokaklar
Buğdayın parayla değişildiği
Paranın ekmekle değişildiği
Ekmeğin tütünle değişildiği
Tütünün acıyla değişildiği
Ve artık hiçbirşeyle değişilmediği acının.
O sokaklarda.
Saatler yağmuru gösteriyor,
Bugün bu küçük salı günü
Herşeyi eksik İstanbul´un, tepedekilerden başka
Yalnız Galata
Galata
Gecenin bodrumlarında beslediği
O tükenmez paslanmaz tutkusu
Bir ağız mızıkası halinde
Denize yediriyor yavaş yavaş

SİZ, SAATLERİ

Stay
Siz, saatleri yaşadınız. Zamantaşlarını. Niceldir saatler. Adsızdırlar. Renklerini, kokularını kişiselliklerden alırlar.
Aylar birbirinin içinden yürüyebilir. Ağustosta bile Marta gönderme vardır. Yine de gönderme mevsim mantığıyla sınırlıdır.
Günlerse bambaşka. Bir günün öbürünün önüne geçmesine izin yok. Günün gizi hem kişiselliğimizde, hem de onun kendi kişiselliğinde.
Siz, saatleri yaşadınız.
Henüz sözcük haline dönüşmemiş, ya da bir sözcük karşılığı oluşmamış durumlar yarattınız. Tanığınızım.
Aylar ayları açıklıyor.
Saatler saatleri kum saatiyle açıklayabiliyor.
Açıklanmayan tek şey aşk: En büyük sayrılık ve en büyük sağlık.
Günü tam gelmemiş olarak bir yanını gizleyen duygu.
Denetçi anlamaz, tarihçi atlar, terzi bir araya getiremez, sanatçı elden kaçırır.
Kent yıkılıyor. Sokaklar uçtan uca kazılmış. Sesimiz radyasyon içinde. Mühendisler geldiler; kedi resmini bile cetvelle çizerler. Gözlem evinde art arda mevsimler sökülür.
Mahşerin ortalık yerinde size rastladık. Elinizi şuramıza koydunuz.
Sürgündük. Göçebeliğin elverişli yanlarını da yitirmiş gibiydik. Yanınızda göçmen olduk. Bir yerleşmişlik duygusu ki, hırkamız yazlık sinemada iliklenir.

Güneş her sabah verilmiş bir söz gibi doğuyordu.
Gerçek neydi biliyor musunuz: Her şey.
Yüz yıl sonra bu gün yaşayan hiçbir anne, hiçbir sevgili, hiçbir bebek, hiçbir bıldırcın, hiçbir balina, hiçbir örümcek, hiçbir aslan, hiçbir ceylan, hiçbir yılan var olmayacak. Ayrı bir kardeşlik kanıtı değil mi bu? Hayat kanıtı. Birbirimizin her yönden çağdaşıyız.

Siz tebeşirle kara tahtaya ne güzel yazan.
Kuzular için özel bir bölüm açmayı da hiç unutmayan.
Saatlerle yaşadınız. Düşlerinizde doğulu bir ressamın elinden çıkmış ağırlıksız yapraklar.
Kızböceği de göründü. Gece de uçmaya başlamış.
Bakır kaptan günlük kokusu yayılır.
Geceyle birlikte.
Gece de.
Sen Serpin, sen Nuri, orda burda nasıl dolaştırdınız. Benziyordunuz. Aynı kişi miydiniz?
İki din var: siyah ve beyaz. Gerisi? ..

Cemal Süreya

27 Eylül 2010 Pazartesi

Giyotinsiz Karanfillere Ağıt / Hüseyin Avni DEDE

Hüseyin Avni Dede / Fotoğraf: Emre Ekinci
Kendimden biliyorum
sizi de ağlatırlar bir gün
nasibi acılardan alırsınız
sizi de öksüz bırakırlar bu kentte 
bu kentte boynu bükük kalırsınız

kendimden biliyorum
hangi çiçeğe uzansanız
karanfil takılır elinize
güneşi eksik olmayan bir yürekle
ölü sokaklardan geçersiniz
dar ve uzun
ister istemez yalnızlık girer kolunuza 
acıları bir kenara itmek isterseniz
kendimden biliyorum
zamanı kurşun gibi eritmek istersiniz  

kendimden biliyorum
siz de alışırsınız zamanla
alıştım karlı gecelerin yağlı karanlığına
sattım kırmızı kazağımı ve akik yüzüğümü
kırmızı kazağa ellibeş lira verdiler
akik yüzüğe yüzotuzbeş
cebimdeki yirmi lirayla ikiyüzon etti
alıştım yağlı karanlığına karlı gecelerin
giyotinsiz karanfillere ağıt tuttum
önce aklımdaydı suyu ekmeği umudu
sonra unuttum