Translate

24 Kasım 2010 Çarşamba

Yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey var... / Ataol Behramoğlu

© Emre Ekinci
Yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey var:
Yaşadın mı, yoğunluğuna yaşayacaksın bir şeyi
Sevgilin bitkin kalmalı öpülmekten
Sen bitkin düşmelisin koklamaktan bir çiçeği
İnsan saatlerce bakabilir gökyüzüne
Denize saatlerce bakabilir, bir kuşa, bir çocuğa
Yaşamak yeryüzünde, onunla karışmaktır
Kopmaz kökler salmaktır oraya
Kucakladın mı sımsıkı kucaklayacaksın arkadaşını
Kavgaya tüm kaslarınla, gövdenle, tutkunla gireceksin
Ve uzandın mı bir kez sımsıcak kumlara
Bir kum tanesi gibi, bir yaprak gibi, bir taş gibi dinleneceksin
İnsan bütün güzel müzikleri dinlemeli alabildiğine
Hem de tüm benliği seslerle, ezgilerle dolarcasına
İnsan balıklama dalmalı içine hayatın
Bir kayadan zümrüt bir denize dalarcasına
Uzak ülkeler çekmeli seni, tanımadığın insanlar
Bütün kitapları okumak, bütün hayatları tanımak arzusuyla yanmalısın
Değişmemelisin hiç bir şeyle bir bardak su içmenin mutluluğunu
Fakat ne kadar sevinç varsa yaşamak özlemiyle dolmalısın
Ve kederi de yaşamalısın, namusluca, bütün benliğinle
Çünkü acılar da, sevinçler gibi olgunlaştırır insanı
Kanın karışmalı hayatın büyük dolaşımına
Dolaşmalı damarlarında hayatın sonsuz taze kanı
Yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey var:
Yaşadın mı büyük yaşayacaksın, ırmaklara, göğe,bütün evrene karışırcasına
Çünkü ömür dediğimiz şey, hayata sunulmuş bir armağandır
Ve hayat, sunulmuş bir armağandır insana
Ataol Behramoğlu

Ghost in the Machine | Erika Iris Simmons

Erika Iris Simmons, fotoğraf sanatı ile uğraşan bir illüstratör. 80'lerden kalan eski kasetleri değerlendirerek, tual üzerine hazırladığı 'Ghost in the Machine' isimli çalışma farklı ve ilgi çekici.

Görsellerin üzerine tıklayarak büyük hallerini görebilirsiniz...

"Ghost in the Machine: John Lennon"  Cassette tape on canvas, 2009.








ORİGAMİ SANATI / Jacquet Firtz | Matthieu Gauchet







Jacquet Firtz, başarılı bir origami ustası. Atık kağıt parçaları ve farklı materyalleri kullanarak yaptığı çalışmalarla tanınıyor.  Tuvalet kağıdının sarıldığı basit bir rulo, kullandığı ilginç materyallerden sadece biri.
Bu değişik Origamileri, Fotoğraf sanatçısı Matthieu Gauchet'in internet sitesinden izlemek mümkün.
http://www.matthieugauchet.com/index.php?serie=masques


EE


23 Kasım 2010 Salı

HÜZNÜN KUŞLARI / Cemal Süreya

Ben bütün hüzünleri denemişim kendimde 
canımla besliyorum şu hüznün kuşlarını
bir bir denemişim bütün kelimeleri
yeni sözler buldum seni görmeyeli

Kuliste yarasını saran soytarı gibi
seni görmeyeli
kasketim eğip üstüne acılarımın
sen yüzüne sürgün olduğum kadın
kardeşim olan gözlerini unutmadım
çık gel bir kez daha beni bozguna uğrat

Sen tutar kendini incecik sevdirirdin
bir umuttum bir misillemeydin yalnızlığa
şanssızım diyemem kendi payıma
hain bir aşk bu kökü dışarda
olur böyle şeyler ara sıra
olur ara sıra


Cemal Süreya

22 Kasım 2010 Pazartesi

YALNIZLIK HALLERİ / Emre Ekinci

Edebi bir yalnızlık bu,
yazmaya fena halde meğilli.
Suskun bir katildi bundan evveli.
Ay saklanınca gecede,
Akdeniz'de boğardı aşkın izlerini.

Alçak gönüllü bir yalnızlık bu,
Düpedüz alçaktı evveli.
Tiksinerek anımsıyorum
hüzününe sıyrılan arsız etekleri.

Suskun bir yalnızlık bu,
kapandığı yer içi.
Pek arsızdı bir evveli
Terlediği ruhlar
yataklarda işçi.

-di'li bir yalnızlık bu
geçmişte kalmış zamanın kipi.
geniş zamanlı bir pervasızdı evveli
yaparım, ederim der gibi

Herşey bir yana;
Kahpe bir yalnızlık bu,
        - h e r   y a l n ı z l ı k  g i b i -
Öyle puşt ki zulasında saklıyor hançerini
ve en zayıf vakitlerimi kolluyor,
kalbime saplamak için seni

Siz,
parantezlere bile anlam kazandıran kadın,
miras mı bıraktınız bu yalnızlığı,
yoksa acı bir kesik mi?

© Emre Ekinci

19 Kasım 2010 Cuma

Üvercinka / Cemal Süreya

Böylece bir kere daha boynunlayız sayılı yerlerinden
En uzun boynun bu senin dayanmaya ya da umudu

               kesmemeye
Laleli'den dünyaya doğru giden bir tramvaydayız
Birden nasıl oluyor sen yüreğimi elliyorsun
Ama nasıl oluyor sen yüreğimi eller ellemez
Sevişmek bir kere daha yürürlüğe giriyor
Bütün kara parçalarında
                           Afrika dahil

Aydınca düşünmeyi iyi biliyorsun eksik olma
Yatakta yatmayı bildiğin kadar
Sayın Tanrıya kalırsa seninle yatmak günah, daha

                 neler
Boşunaymış gibi bunca uzaması saçlarının
Ben böyle canlı saç görmedim ömrümde
Her telinin içinde ayrı bir kalp çarpıyor
Bütün kara parçaları için
                           Afrika dahil

Senin bir havan var beni asıl saran o
Onunla daha bir değere biniyor soluk almak
Sabahları acıktığı için haklı
Gününü kazanıp kurtardı diye güzel
Birçok çiçek adları gibi güzel
En tanınmış kırmızılarla açan
Bütün kara parçalarında
                           Afrika dahil

Birlikte mısralar düşünüyoruz ama iyi ama kötü
Boynun diyorum boynunu benim kadar kimse

                   değerlendiremez
Bir mısra daha söylesek sanki her şey düzelecek
İki adım daha atmıyoruz bizi tutuyorlar
Böylece bizi bir kere daha tutup kurşuna diziyorlar
Zaten bizi her gün sabahtan akşama kadar kurşuna

                diziyorlar
Bütün kara parçalarında

                            Afrika dahil

Burda senin cesaretinden laf açmanın tam da sırası
Kalabalık caddelerde hürlüğün şarkısına katılırkenki
Padişah gibi cesaretti o, alımlı değme kadında yok
Aklıma kadeh tutuşların geliyor
Çiçek Pasajında akşamüstleri
Asıl yoksulluk ondan sonra başlıyor
Bütün kara parçalarında
                           Afrika hariç değil

14 Kasım 2010 Pazar

SİS / Haydar Ergülen


Girne Eski Limanı, Emre Ekinci - 2010
İki şehri var gecenin, biri gözümde
tütüyor, birinin dumanı üstünde yağmur
gibi çöken siste, bana bu uykusuz
şehri niye bıraktın, göze alamadığım
bir şehrin yerine bütün şehirlerdesin,
gece değil istediğin hayli karanlık 

bakışlı bir şehrin gözleriyle çarpışmak
hevesindesin! Gözlerini anlıyorum henüz
bağışlayabileceği gözleriyle çarpışmadı kimsenin;

gözlerimizi uzaklıklar değil ki yalnız
göze alamadığımız yakınlıklar da acıtır,
ve gözleri ancak gözler bağışlayabilir,

öyle acıyor ki gözlerim kim bağışlayacak,
sis değil, uykusuzluk değil, iki uzak
şehir gibi ayrılıktan kavuşmuyor gözlerim:
Biri hepimizle gözgöze gibi hala uykusuz,
biri sis içinde kirpiklerine kadar açık,
bu sessizliği kim bıraktıysa, göremiyorum
konuşkan gözlerinde tek sözcük bile,
gözlerimiz birbirine değmiyor gecenin iki şehrinde
Kimsenin kimseye gözü değmiyorsa şiir niye? 

11 Kasım 2010 Perşembe

Hayyam'dan

Dünyada akla değer veren yok madem,
Aklı az olanın parası çok madem,
Getir şu şarabı, alsın aklımızı:
Belki böyle beğenir bizi el âlem!


Ferman sende, ama güzel yaşamak bizde:
Senden ayığız bu sarhoş halimizde.
Sen insan kanı içersin, biz üzüm kanı:
İnsaf be Sultanım, kötülük hangimizde?
Hayyam / Bütün Dörtlükler

7 Kasım 2010 Pazar

Kaçak Yaşama Yergisi

Günlerden o gün alıp başımı evin yolunu şaşıracağım 
Taze ekmeğim eski kanlarım benim ellerim şaşıracak 
Ya da tek başına acıkacaksın sen tek başına gözlerin 
Hiç umurumda değil ya şundan şundan şundan korkuyorum 
Kim uydurdu bu haziranı bu temmuzları bu yaşamaları gizli kapaklı 
Bu yulafları oğlakları bardakları bu bütün puştlukları bu şarkıları 
Hiç umrumda değil yoksa yalnızlıklar, bozuk paralar, uzun boylu ayışıkları,
gelip gelip giden sarhoşluklar, sabahleyin yalnız
yatakta az az üşümek, hani insanın kendi kendini bulamadığı,
hatırlayamadığı saatler olur ya, işte onlar. Bir keresinde 
böyle saatlerin birinde bir şarkı duymuştum da işimi gücümü 
koyup sokak sokak bir kadın aramaya çıkmıştım.
Sonra bulamamıştım. Bir iğrenmiştim nedense, gidip bir köşede kusmuştum. 
Aksamları eve hep arka sokaklardan dönüyorum 
Pencerelere bakmıyorum dükkanların mostralarına bakmıyorum
Kadınların eteklerine bakmıyorum hiç 
Sağıma soluma bir baksam biliyorum sapıtmak işten değil 
Bir baksam ertesi gün kimbilir nerelerde olurum 
Uzak şarkıları dinliyorum sıkı sıkı aşık oluyorum 
İyi niyetle merhaba ağaçlar evler bildik bulutlar 
Öğrenciler memur kişiler bana benzeyenler 
Ben kaçmaya çabalıyorum hoşnut muyum 
Siz kaçtığınız yerde hoşnut musunuz 
Konuşup gülüşüyoruz umumhaneye nasıl gittiklerimizi 
anlatıyoruz 
Hiç yanıma yöreme bakmıyorum 
İlle şeytan minarelerini düşünüyorum büyük pullu deniz dibi 
balıklarını 
Kadınlar adamlar şehri uğultularla dolduran namussuz kalabalık 
Yorgun kalabalık iyi kalabalık alaycı düzenbaz kalabalık 
Bir karışsam içlerine bir uysam biraz gülmesem 
Ertesi gün kim bilir nasıl yaşarım 
Bir çalıştığım oda var üç pencereli, bir arka yol, bir gökyüzü,

göre göre önce sevdiğim sonra alıştığım sonra ezberlediğim
artık kurtulduğum ağır aksak gökyüzü, her gün her sabah bir 
şu kadar kuşun, adamın, uçağın, yağmurun yunup arındığı 
gökyüzü, bir de geceye karışmaya başlayan tek tük ışıklı, ama 
nasıl sıcak ışıklı tanıdık evler, Zekeriya Bey'in evi, Süheyla 
Doğrusöz'ün evi, Ali Özaçar'ın bakkal dükkanı, Temiziş Kolacısı Süleyman,
sonra kendi evim, yatağım, yorganım, çorbalar 
Gidiyorum geliyorum dünyayı bu kadarcık belliyorum 
Halbuki ben ne hinoğlu hinim aslında, iyice biliyorum, açlıklar, 
inadına kanlar, çıngıraklar, dövüşken horozlar var, ormanlar-
da zaman zaman unuttuğumuz haydutlar, enginar tarlaları, 
pamuk tarlaları, ırgatlar, sekiz yüz kadem derinliğinde kömür arayanlar,
zorlu aşklar, buğdaylar buğdaylar, ilaçlar ilaçlar 

Halbuki biliyorum biliyorum ama ne ben yokum ne onlar eksik 
Akşamları hep arka sokaklardan dönüyorum 
Biraz bıkkın bir parça kırık korkunç umutsuz ve sakin 
Eve geliyorum seni buluyorum bir seviniyorum bir kızıyorum 
Sonra biliyorsun 



Turgut Uyar